8 Temmuz 2013 Pazartesi

ANKARA'DA İNSAN HAKLARI ŞAİBESİ!...

5 Temmuz 2013 Cuma

Hükümde haksızlık, tahakküm nedenidir. Tahakküm zulümdür...

45 DAKİKASI 2 TL' YE İTİNA İLE İŞKENCE YAPILIR ?

BAKINIZ:: http://blog.milliyet.com.tr/mns


ODTÜ-100.YIL AZAPHANE DURAKLARI
ESKİDEN BÖYLE İDİ!...
Mustafa Nevruz SINACI
            Eğer 29 Haziran 2013 Cumartesi günü saat: 10.00 – 11.30 arası; Görünürde dört şeritli Ankara, Balgat Ziyabey Caddesi inadına tıkalı, kenar şeritleri “devlet, hükümet, vilâyet, polis, belediye, kaymakamlık ve mahalle muhtarlarına meydan okuma, açık eşkıyalık ve yol kesme” anlamında işgal edilmiş olmasaydı, belki de bu makale yazılmayacaktı…
            Cehennem sıcağında tıklım, tıklım bir minibüs düşünün. Şehrin ana artelinde, merkezi veya büyük çarşı geçişlerinde değil, sıradan bir mahallesinde cadde tıkalı. Trafik normal, akış rutin, tek sorun: Her iki taraf kaldırım bitişiklerindeki şerit işgali! Bütün dünyada geçerli hak, hukuk kavramları, evrensel trafik kurallarına göre kaldırımlar halka, cadde ve sokak içleri ise araç geçişlerine aittir. Peki, Ankara ve Türkiye Cumhuriyet devletinde neden değil?..        
            Türkiye Cumhuriyetinde aşiretten devlete geçiş süreci henüz tamamlanmadı mı?
Yoksa tamamlandı da, şimdi tekrar aşiret, derebeylik ve faşistlik mi hortladı?..
Pazaryerine geldiğimizde, tıkanan ve geçit vermeyen yoldan mütevellit, belki devlet belki de (işe yaramadığını sonradan öğrendiğimiz) dernek adına utanan Şoför; “Arkadaşlar, Milli Kütüphane’ye kadar inen yoksa şuradan dönelim, ya da burada çakılıp kalacağız” dedi.
Birkaç yolcu itiraz edince, başkası sordu: Nerede inecektiniz?, Cevap: İlerde Lisede.
Yolculardan biri öfkelendi ve; “Kardeşim Liseye en fazla otuz metre var. Allah aşkına inin şurada, otuz metre yürüyün. Bizde şu cehennemi sıcakta, “ana caddeye araç park edecek kadar şerefsiz, adi insanlık düşmanları yüzünden” yollarda sürünmekten kurtulalım.”
İlerde Lisede inecek var diyenlerden ses yok. İstiflerini bozmadan oturuyorlar.
Dolmuş yerinde sabit. Fakat son konuşan vatandaş, onurlu ve sorumlu bir tartışmayı tetikledi. Önce polisin neden? niçin? park yasağını ihlâl ve ana caddeyi gasp suçu işleyenleri men ve takip etmediği, cezalandırmadığı; İnsan Hakları, Adalet, Hak-Hukuk ve Demokrasinin mutlak gereği olduğu halde, trafikte düzeni sağlamaktan aciz kalındığı, zorunlu, yasal görevin niçin yapılmadığı, halkın çektiği eziyet, ıstırap ve zulme seyirci kalmasının nedeni sorgulandı.
Bu arada dolmuş Balgat Polis Karakolunu geçmiş ve Lisenin yanına gelmişti.
İkisi bay biri bayan 3 kişi indi. Uzun süredir güneşte beklediği anlaşılan bir kişi bindi.
Bu arada ODTÜ öğrencisi bir genç konuşmaya başladı:
“Biz, ODTÜ öğrencileri olarak bu yolu kullanmayız. Eskişehir yolu üzerinden okula gidip geliriz. Fakat ben Çetin Emeçte oturduğum için bu güzergâhın müdavimiyim. Ancak, arkadaşın ifade ettiği sorunlardan çok daha büyük, derin, acil ve müzmin sorunlarımız da var. Örneğin bu Cadde sadece şimdilerde değil, tam iki buçuk yıldır böyle. Ankara Valiliği büyük Şehir Belediyesi ve Emniyet Müdürlüğü dâhil, binlerce şikâyet dilekçesi verildiği halde kimse Ziyabey Caddesi ile ilgilenmedi. Hukuki duyarlık ve insani sorumluluk sağlanamadı, bu arada leş kargaları, lokantacılar mafyası, saldırgan ayakçı ve kabadayılar caddeyi işgal ve istilâ etti.
Anlaşılan o ki, ya hükümet bunlara güç yetiremiyor yada iktidar kötülerden yana..
AZAPHANE DURAĞI:
Dolmuş kağnı hızıyla ilerliyor, genç öğrenci ise, dikkat kesilen yolculara hitabını şöyle sürdürüyordu: “Siz Azaphane deresi neresidir bilir misiniz?” (Evet, evet seslerinden bilenlerin olduğu anlaşıldı) Genç devamla: Şimdi iyi kötü dolmuşa bindik. Artık alıştığımız gibi sorunlu bir yolculuktan sonra Kızılay’a varacağız. Ama nerede inebileceğimiz belli mi, şansımız varsa aşağıda veya yukarıda bir yerlerde!.. Ya akşam veya gün içinde eve dönerken ne olacak?..”
ŞİMDİ, BU İNSANLAR MUTSUZ VE PERİŞAN
ODTÜ ve 100.Yıl durakları 35 gündür “Polis İşgali” altında!..
“Dönerken bu kadar şanslı olmayacağız. Çünkü: ODTÜ, 100.Yıl, Balgat, Çiğdem ve Çukurambar dolmuş kalkış durakları bir aydır kapalı. Aslında kapalı değil, Polis gasp-ı, işgal ve kriz yönetimi denilen bir heyetin keyfi kullanımı altında. Bu duraktan ekmeğini kazanan yüzlerce şoför esnafının bitmez-tükenmez çilesi, gereksiz masraf, zarar-ziyan, kayıp ve israfı; Ekmeğini kazanmak uğruna yararlanan yüz binlerce Balgat, Çukurambar, 100. Yıl, Çiğdem sakini, yolcusu ve biz ODTÜ öğrencilerinin günahı ne?....” Sözün burasında Kızılay’a geldik..    
Kalite belgeli Vali 
ve bir durak utancı!..
Mustafa Nevruz SINACI
               Evet, nihayet Kızılay’a geldik…
            Ben doğrudan 100. Yıl/ODTÜ duraklarında bekleşen Polislerin yanına gittim.
Yarı güneş, yarı gölge bir kenara toplaşmışlar, ellerinde tost benzeri bir yiyecek, hem kendi aralarında şakalaşıp sohbet ediyorlar, hem de bir yandan, “kumanya” gibi görünen pek mütevazı aş’larını atıştırıyorlar... Şaka yollu seslendim.
            - Siz burada, duraklarımızı işgal etmiş, keyifle gölgede oturuyor ve afiyetle bir şeyler yiyip buz gibi içeceklerle serinliyorsunuz. Ya biz, duraklarımız gasp edilmiş, dolmuşlarımız dışarı atılmış, ne yerimiz, yurdumuz belli, ne de durağımız, 33 gündür rezil-perişan ve zulme duçar haldeyiz. Mahvolan dolmuş esnafı, şoförlerin haline mi yanalım? Nahak yere çektikleri eziyet, fuzuli israf, kayıp, ıstırap ve çileye mi? Yoksa kendi talihsizliğimize mi yanalım!..
            Eski (fazilet timsali) Osmanlı kabadayısı misal, pos bıyıklı, iri kıyım, fakat pek halim ve kalender görünüşlü yiğit bir delikanlı Polis yerinden kalkıp hürmeten ileri çıkarak: “Bizim elimizden bir şey gelmez, mesele bizi aşar. Günah bizim değil. Yaptığımız sadece vazifedir!” 
            O sırada yanımda biri belirdi: “Abi kabahat Melih’in. Aslında onun da değil, bütün suç derneğin. Dönen alavere ve dalavereler yüzünden, öteki duraklar açıldığı halde burası kapalı!” İddia doğru olabilir. Zira 24 Haziran Pazartesi günü Ankara Valisi, muavinleri ve belediye başkanı ile basın başkanı ve Emniyet Müdürlerinin peşinde koşarken, bahusus dernekçilerin bir Vali muavini yanında çay içmekte oldukları söylendi. Maalesef, kendilerine ulaşabilme, görüşme ve sorunsalı paylaşıp, yardımlaşma imkânı bulamadım. Üzgünüm!..
            BÜYÜK UTANÇ VE ACI GERÇEK  
            Mülâhaza ve mütalâası kamu vicdanına ait olmakla; olaylar hakkında yorum yapmak istemiyorum. Ancak burada: “Bürokratik kültürden vatandaş odaklı kamu hizmeti kültürüne geçiş mutlak hedefimizdir” şeklinde çok veciz bir sözü Valilik İnternet Sitesine yazdıran ve bu sözlerle halka seslenen Alâaddin Yüksel’e sitemim var. Büyük Şehir Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü’ne de "100.Yıl, ODTÜ" dolmuş duraklarının acilen tahliyesi ve derhal asli hizmete iadesi hususunda “umur-u devlet” doğrultusunda karar vermeye davet ediyorum.
            Çünkü: Mezkür minibüs durakları yaklaşık 250 – 300 000 kişiye hizmet vermekte ve yaklaşık 1000 dolayında şoför esnafı buradan elde ettiği helâl kazançla geçinmektedir. Ancak, 02 Temmuz itibarıyla 35 gündür eylemler bahane edilerek kapatılan ve Polis barikatı ile araç garajı gibi fuzulen gasp ve irtikap edilen durağın kullandırılmaması binlerce insan için ıstırap, azap, gâvur eziyeti ve bitmeyen çile kaynağı olmuştur. Hastalar, Hamile Anne'ler ve özürlüler perişan, diğerleri ise tam bir zülme duçar haldeler. Şoför esnafının zaman kaybı, yakıt israfı, ani kaza ve olumsuzluklar nedeniyle uğradıkları zarar-ziyan kayıp ve hasar çok büyüktür…
Kalite belgeli Vali bu haksızlığı görmez, uğranan zulmü, zararı bilmez mi?
Ya adı Camilere verilen Şehir Emini bu durumdan utanmaz, hayâ etmez mi?
Kaldı ki devlet adına hükümetin görevi: Bilumum taşkınlık, hukuk, ahlâk ve yasa dışı fiil, kalkışma ve teşebbüsleri kaynağında kontrol ve disiplin altına almak; Muhtemel terör, tedhiş, tehdit, tahrik ve şiddet eğilimlerini kaynağında boğmaktır. Hak arama ve sair namlar altında:, “Kendilerine Resmen Tahsis Edilen ve İzin Verilen Yer Dışında” Kamu âleme ait park-bahçe, sokak-cadde, meydan ve durak gibi halka hizmet veren unsurların gasp ve işgalini önlemek zorunludur. Aksine ihlâllere izin, zaaf ve bizzat işgal İnsan Hakları ihlâl suçudur.
Şu anda, Güven Parkı bitişiğinde vaki ve kain: “100. Yıl, ODTÜ, Çukurambar, Balgat, Çiğdem” Minibüs Durakları böyle bir “kamusal gasp, haksız işgal ve irtikaba maruzdur.” Ortada, Dernekle Melih’in anlaşıp, dolmuşları buradan kovarak muhteşem bir AVM yaptırılacağı söylentileri dolaşmaktadır. Ben böyle bir alçaklık ve düşmanlığın kimse tarafından düşünülebileceğine inanmıyorum. Lâkin fitneyi ortadan kaldırmanı tek yolu durağı derhal halka ve 43 yıllık mükteseplerine “özür dileyerek ve kayıpları tazmin ederek” iade etmektir. Aksi takdirde malum ve mahut kalite belgesi “hicabı örtmeye” yetmeyecektir!..

ODTÜ-100.YIL DURAKLARININ YILAN HİKÂYESİ
Mustafa Nevruz SINACI
Genelde çok uzayan ve içinden çıkılmaz hale gelen durumlar için kullanılan bir deyim, yılan hikâyesi; 8 Temmuz itibarıyla 43. gününe giren “100.Yıl-ODTÜ, Çukurambar, Çiğdem” Dolmuş Duraklarının “kamusal işgal” sorununa tıpa tıp uyuyor. Neden mi? El cevap:
Cebri işgal ve haksız iktisap nedeni olarak gösterilen “Gezi Parkı bakiyesi olaylar” Haziran ayı başında hız kesti, ortalarında Kuğulu Park ve Tunalı Hilmi Caddesine çekildi. Kızılay’da; Akşamları toplaşan küçük bir grup hariç bitti. Yani, bir yanda Çiçekçiler, diğer tarafta Minibüs Esnafına kan ağlatan zulme gerek kalmadı. İşgal nedeni ortadan kalktı.
YILAN HİKÂYESİ
Bilindiği üzere; Hikâye, Yılanın kendi kuyruğunu yemesiyle başlar. Yediği kuyruğu sindirir. Doğal olarak sindirim, diğer taraftan tekrar, kuyruk yapımında kullanılır. Yediğini sindirip, sindirdiğini yer. Bir tür paradoks., Eski deyimle dam-ı tenvir. Yûnus’a göre: Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur. Yılan hikâyesi bu, sebep yok işgal devam!...
Alternatif öneri yok. Müktesep hak’ın iadesinden kaçınılıyor. Nedenini sorduğunuzda, cevap alamıyorsunuz. Bu ne biçim iş?.. Ortada aleni gasp var. İnsan hakları, vatandaş hukuku, yasa ve Anayasa ihlâli var. Lâkin çözüm yok. Telâfi yok.. Özür, tazmin veya iade hiç yok!..
Adama sorarlar: Memlekette hükümet (hüküm ve hikmet sahibi bir erk) var mı?.. Bu nokta çok muğlâk… Çünkü eğer “hakkaniyet ve hukuka saygılı, en az Nuşirevan derecesinde adalet sahibi olsa idi; Şimdiye kadar duraklar iade edilir, yaya geçişi açılır, 600 bin yolcu,  Çiçekçi ve Dolmuşçu Esnafının ıstırap, zulüm ve işkencesi sona ererdi. Bir şekilde bu olmadı.
Ben de, onurlu, sorumlu, 1. dereceden mağdur sıfatıyla bu defa “Türkiye İnsan Hakları Kurumu” Başkanlığı’na aşağıdaki başvuruda bulundum. İşte başvuru dilekçesi:       
Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanlığı'na
Başbakanlık (ihb@basbakanlik.gov.tr)
ANKARA
            "ÇOK ACELE VE GÜNLÜDÜR"
Aşağıda sunulu ve ekte görülen evrak münderecatından açıkça ve bütün çıplaklığı ile anlaşılacağı üzere: Ankara İli, Çankaya İlçesi, Güvenpark bitişiği ve Adalet Bakanlığı istinat duvarı yanında vaki ve kain "Balgat, ODTÜ,100.Yıl,Çukurambar,Çiğdem" minibüs durakları 40 gündür re'sen, izinsiz, bilgi verilmeksizin ve çözüm gösterilmeksizin kamu işgali altında..
Muhtemelen, ilk (gezi parkı olaylarının başladığı) bir-kaç günü makul ve mümkün; ve fakat sonrası tamamen haksız, hukuksuz, aleni gasp ve cebri işgal niteliğine iblâğ bu tasallut.; Şimdi 1000'den fazla minibüs esnafı, binlerce kişiye baliğ aile fertleri ile "Hizmet Verdiği"  semtler itibarıyla 600.000 kişi doğrudan mağdur, ıstırap, eziyet, azap, maddi-manevi kayıp ve işkenceye maruzdur. 
Esnafın çilesi, fazladan masraf, fuzuli israf, maddi ve kaybı ise, bu işkenceye sebep olanların tamamının "memur maaşları ve sair bilumum varlıklarıyla" karşılanamayacak kadar büyüktür. Yazıktır, ayıptır, “halka eziyet”, zulüm ve işkence umur-u devlet için utançtır...
Kaldı ki, konuyla ilgili her türlü yayın, duyuru, başvuru ve kampanyalar yapılmasına rağmen, ne yazık ki şu ana kadar "yetkili-görevli, hukuki muhatap ve sorumlular" tarafından bir çözüm üretilememiş, işgale devamla gasp edili durak halka ve esnafa iade olunmamıştır.
Son çare Türkiye Cumhuriyeti "İNSAN HAKLARI KURUMU" olmakla; Yukarda arz ve ifade olunduğu veçhile: Yaklaşık 600 bin potansiyel yolcu vatandaş, Çiçekçi ve Şoför esnafının çektiği çile, mağduriyet ve ıstıraba nihayet verilmesi hususunda: Gereğinin acilen yapılması ve bizzat, aynı mezkür durakların şoför esnafına iade olunarak; 
08 Temmuz gününden itibaren idrak olunacak aziz ve mübarek Ramazan ayı öncesi halkın hizmetine arzı hususunda önemle ilgilerinizi taleple; Yaşanan "İnsan Hakları, Adalet, Hak ve Hukuk ihlâli" ile ilgili eşhası şikâyet eylerim. Saygılarımla,
Mustafa Nevruz SINACI; Gazeteci, Araştırmacı-Yazar, 06 07 2013 

AÇILAN İMZA KAMPANYASI HAKKINDA
Mustafa Nevruz SINACI
Halkın duçar olduğu veya herhangi bir sebeple maruz kaldığı sorun, sıkıntı, haksızlık, ıstırap, azap ve zulüm karşısında, en makbul olan müdahale el, mal, imkân ve kaynak ile vaki mukabil mücadeledir. Bundan sonra el ve dil ile men-i müdahale ve haksızlığa karşı mücadele gelir. En zayıf iman sahipleri ise, zalime yüz çevirmekle memur ve mükelleftir.  
Biz, münhasıran bu zulüm karşısında elimizden gelen neyse yapmaya çalıştık.
Örneğin: CHANGE ORG kanalıyla, geniş halk kitlelerine ulaşan kampanya:
Organizasyon: www.Change.org
Muhataplar    : Melih Gökçek ve EGO (UKOME) 
Konu               : Ankara, Kızılay "ODTÜ, 100. YIL" Dolmuş duraklarının açılması.
Başlatan         : Mustafa Nevruz SINACI, Ankara-Türkiye
Açıklama        : Mezkür MİNİBÜS (dolmuş) duraklarını yaklaşık 600.000 vatandaş kullanmakta ve 1000 dolayında şoför esnafı da buradan ekmeğini kazanmaktadır. Ancak, 27 Mayıs 2013 günü başlayan "gezi parkı eylemler bahane edilerek" hizmete kapatılan ve Polis Araç Garajı haline dönüştürülen durağın kullanılamaması nedeniyle binlerce insan ıstırap, işkence ve sıkıntı içindedir. Hastalar, hamile kadınlar, çocuklar ve özürlüler perişan; Zorunlu olarak hattı kullanan insanlar ise adeta bir azaba duçar vaziyettedir. Dahası, Şoför esnafının zaman, yakıt, aşınma, ani kazalar ve sair olumsuz şartlar nedeniyle uğradığı zarar ise devasa boyutlardadır. 
Bu nedenle     : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, EGO Genel Müdürlüğü UKOME ve ilgisi nedeniyle İl Emniyet Müdürlüğü "Bu çok yönlü Istırap ve Mağduriyeti” önlemek için derhal harekete geçmeli, gerekeni mutlaka ve ACİLEN yapmalıdır.
Zira "ODTÜ/100. yıl" duraklarına nazaran çok daha kritik ve eylem alanı ile bitişik: Dikmen ve Çankaya Dolmuşları olağan yerlerine intikal etmiş ve en kritik noktada bulunan belediye otobüsleri de normal seferlerine başlamıştır.
Şu halen nazaran: Özellikle Oruç / Ramazan Ayı'na girmek üzere olduğumuz şu günlerde; Yukarıda tam tanımlaması yapılan "100.yıl/ODTÜ" durak alanının işgal altında tutulması, fevkalâde yersiz, gerekçesiz, sebepsiz, haksız ve hukuksuzdur.
Kime   : Valilik, Belediye, EGO-UKOME ve Emniyet Müdürlüğü,
Bilgi    : "100. YIL ODTÜ", DURAK YÖNETİMİ 
İstem  : "100.Yıl, ODTÜ" Minibüs duraklarının derhal açılması. 
BAZI İMZALAR VE YORUMLAR:   
- Bu bir zillet, zalimlik, haksızlık, insafsızlık ve merhametsizliktir. Kınıyorum. (Zekeriya TÜMER, İstanbul)
- Zavallı Ankaralılar, bir türlü siyasi eziyet ve politik azaptan kurtulamıyorlar. Çok yazık... (Taner BİLEN, Sakarya)
- Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.. (Bestami ŞAŞAL, Edirne)
- "İnsan devlet için" DEĞİL; "devlet insan içindir".. (İnsaf KILIÇ, Ankara)
- Halk, hakkaniyet ve adalet için önemli. Öyle ise: Devlet (hükümet) varsa memlekette zulüm olmamak zorundadır... (Hamdi DAĞ, Ankara)
- Sosyal sorumluluk ve insanlık onuru ve kamu görevlilerinin görev şuuru açısından çok önemli; Ben ve yandaşlarım odaklı kültürden insan ve yurttaş odaklı kültüre geçiş için imzalıyorum. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kültürüne ve egoizmine karşı durmak için imzalıyorum. Bu nedenle bu kampanyaya 100 kişi değil milyonlar katılmalıdır. (Atakan MERT, İstanbul)
            NOT: Aziz ve Mübarek Ramazan-ı Şerif’in: Sevgili halkımız için hayırlı, madden ve manen bereketli, sağlıklı, huzurlu, feyizli ve kutlu.; Hüküm ve hikmetten sorumlu, erbabı hizmetten ümera, şerefli (?) ulema, adaletli (!) mürşitler ve millet memurları için de: Onurlu, sorumlu, adil, eşit ve dürüst hizmetle Tövbelere vesile olmasını temenni, dua ve niyaz ederim.   08 07 2013

3 Mayıs 2013 Cuma

TARİHİN ZORLAYICI ŞARTLARI ALTINDA GELİŞEN OLAYLAR!, Remzi UYSAL, Almanya - TURGEM

TARİHİN ZORLAYICI ŞARTLARI ALTINDA 
GELİŞEN OLAYLAR!
Remzi UYSAL
Lübeck / Almanya,  02 Mayıs 2013

24 Nisan günü Köln ve Hamburg´da 400 kadar Ermeni´nin „Sözde Soy Kırım“ için yürüdüğü haberini, benim de zaman zaman yazı verdiğim „Avrupa-Postasi.com“ internet gazetesinden, pek çoğumuz gibi okuyup, öğrendim.
Ben o günlerde „Sendikalar ve Göçmenler“  konulu Göttingen´de dört gün süren bir seminerde idim. Basın ve yayını düzenli izleyemediğimden, haberi kaçırmışım diye düşünmüştüm. Oysa Türk basını da AKP Hükümetini kızdırmamak için olmalı ki, haberin üzerinden, ateş üzerinden atlar gibi atlamışlar.
İyi ki „Avrupa-Haber“  haber yapmış. Yoksa hiç haberimiz olmayacaktı.
Almanya´nın iki kentinde birden düzenlenen bu eylemler şaşırtıcı değildi. Yadırganacak olan ise; bazı Alevi kardeşlerimizin bu eyleme destek verip, Ermenilerle birlikte yürümeleri olmuş. 
Ermeni Diasporası´nın yıllardan beri dir ki; bu tür eylemleri her yıl Nisan aylarında ABD´de yapmakta  oldukları ve buna ilişkin haberler, T.C. Büyükelçiliği ve  Konsoloslukları önünde nöbet tutmaları, o dönemlerde basınımızın manşetlerine taşınırdı.
Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar, PKK ile masaya oturan AKP Hükümeti, bizimle de neye oturmasın diye şimdi yeni bir yol çizip, yeni politikalar oluşturmak istiyorlar.
Yağız Oğlan Obama´nın 24 Nisan´ı bir geleneksel modaya çevirip „Büyük Felaket“ diye adlandırması bile, kendisini ne İsa´ya ne de Musa´ya yarandırdı. Ehh, yine de „felaket“ sözü, üç beş oy getirebilir.
Haberi Avrupa-Postası´nda yazan arkadaş da, bu eylemde Türkiye´yi ve Türkleri suçluluk duygusu içine sokabilmek için, haberinde büyük gayret sarfetmiş(!). Ehhh, olsun o kadar da. Her konuda  aynı düşünecek değiliz ya.
AKP Hükümet politikası da, gelecek yeni açılım politikaları ile Türkiye´nin bu konuda suçluluğunun kanıtlanması konusunda gayret sarfedebilir.

„SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI“NI ÇÜRÜTENE KODES YOLU;
Mehmet Perinçek´in, Rus arşivlerinden cımbızla gerçekleri çikarıp „150 Soru ve Cevabı ile Ermeni Meselesi“ kitabını yazdığında, kendisine ödül verileceğini bekleyenler, o´nu şimdi Silivri Kodesinde ziyaret ediyorlar! Eh, ne de olsa baba ile oğulu ayırmamak lazım. Böylece baba-oğul bir güzel hasret gidermiş olmuyorlar mı?
90´lı yıllarda yaygara koparan Batı Basını, Türkiye bu “Sözde Ermeni Soykırımı“ konusunda arşivlerini açtıktan bu yana, pek azının Türkiye´de araştırma yaptığına tanık olundu. Mesele uyum yemek değil di ki zaten. Mesele bağçıyı dövmekti.
Belki bu yolla da olsa zayıf düşen Türkiye´de tekrar SEVR´i gündeme getirebilmek ve de gerçekleştirebilmek mümkün olabilir diye düsünülmüş olduğu, tabii ki akıllara gelmiyor değil.
Bu konuda biraz da geçmiş yıllara ve de Tarih´e dönelim derim:
Son kırk yıldır bir yerlerden düğmelere basılıyor. Dünyanın emperyalist lobisi Türkiye´ye karşı sürekli atakta. Amaçları, Türkiye  gücünü ve kaynaklarını kendini savunma çırpınışında tüketsin diye.
Böylece Türkiye´nin hem kalkınması büyük ölçüde geçiktirilmiş, hem de tarihte gerçek soykırım işlemiş devletlere „sanal“ da olsa bir yandaş bulunmuş olur.

DIASPORA ERMENİLERİ VE ASALA;
Ermeni Terör Örgütü ASALA mililtanları, Türk Diplomatlarına karşı ilk kanlı terör eylemini, ellerindeki antika olduğunu söyledikleri bir Türk halısını kendilerine hediye etmek için bir otelin lokantasına davet ettikleri Los Angeles (ABD) Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Bahadır Demir´i,  27 Ocak 1973 günü otelin lokantasındaki yemek masasında şehit ettiler.
 
ASALA`NIN ORLY KATLİAMI;
ASALA 70 den fazla diplomatımızı şehit etti.  Sınırını aşıp, ORLY-Katliamı diye Terör Tarihi´ne gecen  Fransa´nın ORLY Havalimanında THY bürosu önünde 15 Temmuz 1982 günü  patlattığı bombadan 2´si Türk, 4´ü Fransız, 1´i Amerikalı, 1´i de İsveçli olmak üzre 8 kişi ölüp, 28 Türk 63 kişi de yaralanınca, ASALA´nın Fransa tarafından kulağı ve kuyruğu çekildi.
ASALA  19 Kasım 1984 günü Viyana´da BM Temsilciliğinde görevli Enver Ergun adlı diplomatımızı şehit eder. Bu ASALA´nın Türk diplomatlarına karşı son terör eylemidir. Para babaları ve destekcileri olan Batı Dünyası para musluklarını kısınca, ASALA´nın misyonu sona erer. Çünkü Orly´de Batı Dünyası´nın kendi vatandaşları da katledilmiştir. 

ASALA´NIN YERİNE PKK;
70´in üzerinde katledilen değerli diplomatlarımız, görevlileri ve aile bireyleri karşısında kılı bile kıpırdamayan SEVR´in takipçisi Batı, Türkiye´de ve Türk insanlarına karşı teröre ara vermilmesinden yana olmamalı ki, ASALA´nın boşluğunu PKK´ya  doldurttulur.
Biz tekrar gündemimizde olan “Sözde Ermeni Soykırımı” konusunda kalmaya çalışalım.  Bugün de “PKK ile sözde barış” konusu yanlı basında alabildiğince beyin bulandırıcı ve kafalarda binbir soru bırakarak işlenip duruluyor.

ALMAN HAYRANI İTTİHATCI PAŞALARIMIZ;
Osmanlı Saray Damadı Enver Paşa, kaderine beş yıl (1913-1918) hükmettiği Osmanlı İmparatorluğu´nu, büyük hayran olduğu Alman İmparatoru´nun ricası üzerine 1´ nci Dünya Savaşı´na ve Almanlar´ın safında savaşa sokmayı sakıncalı görmedi.
Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin Ege Denizi´nde takip ettikleri iki Alman savaş gemisi Çanakkale Boğazı´ndan Osmanlı karasularına girer. Fransız ve İngilizler bu iki Alman gemisini bizden isterler. Enver Paşa Alman gemilerini Fransız ve İngilizler´e vermez ve „biz gemileri satın aldık der“.
Bu iki Alman savaş gemisi düşmanlarının takibinden kurtulduklarını anlayaınca, rotalarini İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz´e çevirirler. Gemi kaptanları mürettabına Türk deniz askeri elbisesi ve fes giydirip,  gemileri Sivastopol üzerine sürüp, şehri topa tutarlar.
Bunun üzerine Rusya Osmanlı Devleti´ne savaş ilân eder.
Osmanlı Savaş Nazırı (Bakanı) ve Genelkurmay Başkanı olan Enver Paşa bu yetmiyormuş gibi, Osmanlı Ordularının sevk ve yönetimini dahi Alman generallerine teslim eder.
Mustafa Kemâl´ in tüm uyarılarına rağmen, Osmanlı Devleti hem de hazırlıksız bir şekilde 1´ nci Dünya Savaşı"na girer.
1´nci Dünya Savaşı öncesi Enver Paşa Berlin´de Osmanlı İmparatorluğu´ nun Militer Ataşesi olarak görev yapar. İlişki kurduğu Alman İmparatorluk Hanedanı ve kurmayları  beynine girerler. Berlin´de bazı sokaklara Enver Paşa´nın adı dahi verilir. Enver Paşa´nın başı döner. Öyle ki, o günün İmparatorluk Almanyası´nda Osmanlı Devleti, "Evnerland" diye anılmaya başlanır.

SARAY DAMADI ENVER PAŞA;
Oysa O Enver Paşa, aynı zamanda Saray Damadıdır. İstanbul doğumlu olmasına rağmen, Makedonya´da büyüdüğü için Osmanlı Sarayı´nda bir taşralı olarak görülür. Dönemin Padişahı II. Abdülhamit tarafından küçümsenen biridir Enver Paşa. II. Abdülhamit Saray sofrasında, Saray yemek kültürüne ayak uyduramayan Saray Damadı Enver Paşa ile "bamya yerken su içti" diye alay dahi eder.
Cemal ve Talat Paşalar, Enver Paşa´ya verdikleri destekle Osmanlı Devleti, Almanya´nın yanında 1´nci Dünya Savaşı´na girer. 1914 yılında başlayıp, 1918 de biten ve Osmanlı Devleti´nin kaderini tersyüz eden 1´nci Dünya Savaşı hakkındaki ilk bilgileri ilkokul tarih kitaplarından da okuyup öğrendik.
1´nci Dünya Savaşı´nın bitiminde Almanlarla birlikte Osmanlı Devleti de yenik sayıldı. Üst düzey İttihatcılarla birlikte Enver, Cemal ve Talat Paşalar da 01 Ekim 1918 cuma günü bir Alman avcıbotu ile Türkiye´den, İngiliz ve Fransızlar´ın ellerine geçip, Almanların gizli savaş sır ve planlarını açıklayıp, konuşmasınlar diye, önce Sivastopol´a, oradan da  Almanya´ya kaçırıldılar.
Almanya, İstanbul´ dan kaçırdıkları bu üç İttihatçı Paşanın gizli İngiliz istihbaratcıları tarafından kaçırılıp konuşmlarını istemezler. Bu Paşaların konuşmaması gerekiyordu.
Almanya´ya getirilen Talât, Enver ile Cemal Paşalar da artık Alman dostlarına güvenmezler.  Asker ve gerillaçı olan Enver ve Cemal Paşalar Almanya´dan kaçmayı başarırlar. Sivil kökenli Talât Paşa ise kaderine razı olur ve Berlin´de kalır.

İTTAHATCI – ALMANCI PAŞALARIN AKİBETİ;
Talât Paşa 1921 yılında Berlin´de bir Ermeni militanı olan Sogomon Tehliryan tarafından katledilir. Alman yargıçlar Talât Paşa´nın katiline ceza vermezler ve beraat ettirirler.
Cemal Paşa da bir Ermeni militanının kurşunları ile Tiflis´de can verir.
Enver Paşa ise; 1922 yılında maceracı ruhuna yenilir.  Orta Asya´da "Kızıl Elma" peşinde koşarken, Rus Kızılordusu ile giriştiği bir çarpışmada Tacikistan´ın Balcuvan kasabası yakınlarında yaşamını yitirir.
1´nci Dünya Savaşı´nda Osmanlı Ordusu Alman dostlarımızın düşmanlarıyla üç büyük cephede savaşır. Sağlıklı tüm Osmanlı erkekleri silah altındadır. İlk görev ve hedefimiz, Alman dostlarımızın Bakü petrollerine ulaşmalarını sağlamaktır. Çünkü Almanya´nın savaşı kazanması ve de güçlenmesi için petrole ihtiyacı vardır.
Bu program içinde Enver Paşa, Rusları güneyden vurup, Alman İmparatorluğu´na Bakü petrollerine sahip olmalarnın sağlamak ve Sarıkamış´ı Ruslar´dan geri almak ister.
Bu nedenle Allahüekber Dağları üzerinden 1914 yılının Aralık ayının son haftasında Enver Paşa, pek çoğunun ayaklarında dolak ve çarıklarla yola çıkardığı Ordumuzun doksan bin askerinin, tek kurşun atamadan donup ölmesine sebep olmuştur. Enver Paşa Babı Ali basınına bu felaketi yazmaması için sansür uygular.
Sağ kalıp esir edilen Osmanlı Türk askerleri de Ruslar tarafından Sibirya´ya çalışma ve esir kamplarına gönderilirler. Aşırı soğuk ve ağır çalışma şartları nedeni ile pek çok askerimiz Sibirya´da can verecektir. Pek az esir Türk askeri Kurtuluş Savaşı´ndan sonra evlerine dönebilmiştir.
Enver Paşa´nın aşırı Alman hayranlığı Osmanlı´ya çok pahalıya patlar.
Osmanlı İmparatorluğu´nun çöküşü de böylece gerçekleşmiş olur. Şevket Süreyya Aydemir yapıtlarında, tarih kitaplarımızın yazmadığı önemli bilgileri gözlerimizin önüne serer. O dönemle ilgili önemli ipuçlarını da elimize verir.

MUNİS OSMANLI TEBAA´SI ERMENİLER;
1´nci Dünya Savaşı esnasında  da Avrupalıların ve  Rusların (İtilaf Devletleri) kışkırtması, desteği ve şımartması ile aynı vatanın evlatları olduğumuz ve beşyüz yıl birlikte yaşadığımız Ermeni kardeşlerimiz, Osmanlı Ordusu'na geriden saldırırlar.
Kendilerine, Büyük Ermenistan devleti kurma vaadi verilen Ermeni çeteleri, komşu Türk köy ve kasabalarına da saldırırlar. Sağlıklı ve eli silah tutan Türk erkeklerinin cephelerde olduğu bilinen bu köy ve kasabalarda, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar Ermeni çetelerince öldürülür. Ermeni çeteleri toplu katliamlar yapar.
Osmanlı Ordusu'nu geriden kuşatma, köy ve kasaba baskınları ve bunlara karşı direnişler, şüphe yok ki kanlı olaylardır. Osmanlı'nın munis teb'ası Ermeniler, Türk köy ve kasabalarına yaptıkları saldırıları, büyük ölçüde Doğu´da Rus Ordusu'nun, Güneybatı´da da Fransızlar´ın desteğinde gerçekleştirirler.
Ermeni çetelerinin Türk köylerine yaptıkları saldırı ve katliamlarını Rus Ordusu komutanları bile raporlarında yadırgarlar.
Osmanlı Devleti'nin Ermenilere karşı sistematik yok etme politikasının olmamasına rağmen, konuya "hadi canım sen de" demenin de bir anlamı yoktur.

BENİM DEDEMİ KİM KATLETTİ;
Baba tarafından dedem Raşit Çavuş, 1´nci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Çephesi´nde Rus ve Ermenilere karşı, çephe gerisindeki savunmasız çocuk, kadın ve yaşlıları korumak için savaşır.
 Türk köy ve kasabalarını Ermeni baskınlarından  korurlar.
Dedem ardında dört yetim bırakarak Van´da can verir. Peki, soruyorum?
Benim dedemin katilleri kimdir?
Dedemin şehit düşmesinden sonra, anneleri de üç yıl sonra ölünce babam ve kardeşleri, babaları Çanakkale´de şehit düşüp ve kendileri gibi öksüz-yetim kalan daha 13 kuzenleri ile 70 yaşının üzerinde olan nineleri Günişe´nin kolları altına sığınırlar.
Yoksulluk içinde 17 torununa sahip çıkan ve onları büyüten Günişe ninenin, torunları ile çektiği acıların hesabını biz hiç bir zaman kimseden sormaya kalkışmadık. 

ARŞİVLER NEYE İNCELENMİYOR?
Tarafsız dünya bilim adamlarının ve tarihçilerinin, Ermeni ve Türk tarafının da katılımı ile olayları, zamanın şartları içinde değerlendirerek, tarihin ışığında ortak bir çalışmaya girmeleri gerekir.
Türkiye  araştırmalar için arsivlerini açtığı gibi, Ermenistan´in da arşivlerini açması bekleniyor. Ama Ermenistan bunu gerçekleştirmiyor.
İşin değişik ve ilginç bir yüzü daha vardır.  1´ nci Dünya Savaşı yıllarında, aşırı istek ve ricaları üzerine savaşa girdiğimiz Alman dostlarımız, iştahlarını kabartan Musul petrollerine de ulaşmak için İstanbul Musul demiryolu hattını inşa etmek için harıl harıl çalışırlar.
İç ve Doğu Anadolu'daki demiryolu döşeme güzergahı üzerinde ve etrafında, Ermenilerin bastığı Erkeksiz Türk köy ve kasaba halkının kendilerini savunması dahi, Almanlar için demiryolu çalışmaları da zaman kaybı sayılır.

MÜSLÜMAN ALMAN İMPARATORU (!),
PETROL KUYULARI ve ZORUNLU GÖÇ;
İmparator II. Wilhelm´in müslüman olduğuna dair ortalıkta dolaşan balon haberlerin gölgesinde, Musul'a ulaşılması istenen demiryolunun bir an önce bitmesi gerekiyor.
Bu nedenle Alman generallerin isteği üzerine, Anadolu´da demiryolu hattı inşaat çalışmalarının yapıldığı bölgelerden sağlı ve sollu olarak 15´er km´lik bir koridorun açılması istenir.
İşte bu çok yukarıdan gelen rica ve istek üzre İçişleri Nazırı (Bakanı) Talat Paşa ve İttihatçı kadrosu tarafından İç ve Doğu Anadolu'daki Ermeni vatandaşlarımızın, Suriye'ye zorunlu göçü gündeme getirilir.
Ermeniler'in zorunlu göçleri; dostumuz ve müttefikimiz Almanlar için demiryolu inşaatının rahat gerçekleşmesini sağlayacağı gibi, Osmanlı Saray Hükümeti için de, Ermenilerin uyguladığı köy ve kasaba katliamları sona erdirmiş olacaktı.
Osmanlı Türk Ordularını ve Genelkurmayını Alman İmparatorluğu'nun emrine teslim etmiş olan Enver, Cemal ve Talat Paşalar, Alman dostlarımızın bu ricasını da canla ve başla yerine getirmek için kolları sıvarlar.
Tehcir denen Suriye´ye zorunlu Ermeni göçü,  tarihimizde Osmanlı´nın son dönemine rastlayan acı ve talihsiz bir olayıdır. Ne varki bu Göç çok sağlıksız koşullarda hayata geçirilir.
Beşyüz yıl barış içinde yaşayan Türkler ve Ermeniler, Batı´nın kışkırtması ile birbirlerini boğazlamışlardır.
Tüm İttifak ve de İtilaf Devletleri´ne göre Osmanlı "hasta adam" dır ve ölmesi de yakındır. İşte bu hasta adam, ölmeden, "müttefiki" olan Alman İmparatorluğu´na da  bir hizmet daha vermelidir.
Çünkü  Alman İmparatorluğu ne pahasına olursa olsun, Musul petrollerine ulaşmak istiyordu. Ermeni Göçü´nün en büyük sebeplerinden biri Almanların Musul petrollerine ulaşma hırsı ve emeli idi.

CAHİL BIRAKILMIŞ OSMANLI HALKI;
Avrupalılar, teknoloji ve de pratik zeka yönünden Osmanlı´dan üstündür. Çünkü Avrupa dediğimiz Hırıstiyan Batı, matbaayı bizden 275 yıl önce kullanmaya başlamış, dinde reformları gerçekleştirmiş, din adamlarını devlet otoritesinin emrine almış, sanayii devrimini tamamlamış ve aydınlanma dönemine girip, uzun bir yol almıştır.
Oysa o dönemde Osmanlı Devleti tüm birimleri ile din adamlarının bağnaz yönetimi ile yönetilmektedir.
Osmanlı´da ümmet olan müslüman halkın yüzde onu bile okur yazar değildir. Müslüman kadınlarda okur yazar oranı yüzde bir idi. Osmanlı´da müslüman halk hurafelerden medet ummaktadır.
İşte bu karşılaştırma bile, Avrupalı´nın Osmanlı´dan beyin gücü ile ne kadar daha güçlü olduğunu gösterir. Şüphe yok ki Batı bu gücünü ekonomiye, savaş hilelerine ve sosyal yaşamın değişik alanlarına da yansıtacaktır.
Böylece çaresiz ve kolay kandırılan Hasta Adam Osmanlı, Batı´nın oyununa geldiği gibi, Batı tarafından da mağlup edildi.

SON TÜRK YURDU DA PAYLAŞILIYOR;
Limni Adası´nda Agamemnon (!) Zırhlısı´nda imzalanan Mondros Mütarekesi´nden sonra Sevr Antlaşması´nı Osmanlı´ya dayatan ve imzalatan 1´nci Dünya Savaşı´nın galipleri olan İtilaf Devletleri, İstanbul´da Meclis´i Mebusan´ı basıp, aralarında Enver Paşa´nın babasının da bulunduğu ve yakalayabildikleri elliye yakın Osmanlı yurtsever  aydınını Malta´ya sürgüne gönderirler.
Bugünün sınırlarına çekilmiş Osmanlı Türk Yurdu´nu İtilaf Devletleri, Yunanistan´a da „şamar oğlan payı“ verip, aralarında paylaşırlar.
Türklerin yüzyıllarca Avrupa´nın yarısına hükmetmesini (sadece Osmanlılar değil) bir türlü affedemeyen Batı dünyası, artık 1´ nci Savaşı´nın galipleridir.
1´nci Dünya Savaşı galipleri, Türkleri yalnız Avrupa´ dan değil, aynı zamanda Anadolu´ dan da Orta Asya´ya sürmek istiyorlardı.
Dönemin İngiltere Dışişlerı Bakanı bunu kabinesinde bilhassa teklif eder, ama Kabinesi bu teklifi kabul etmez.
Böylece elden giden İmparatorluk toprakları dışında, son Türk Yurdu olan Anadolu´ da Sevr Antlaşması ile Fransa, İngiltere,  İtalya ile Yunanistan arasında paylaşılır.

RUSLAR GERİ ÇEKİLİYORLAR;
1917 yılında Rusya´daki Ekim Devrimi´nden sonra Rusya Doğu Anadolu´daki birliklerinin büyük bölümünü yeni kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sınırları içine çeker.
Rusya yine de her ihtimale karşı tedbirlidir. Kurtuluş Savaşı´nda Türkiye´nin TBMM Orduları mağlup olursa, Anadolu´nun paylaşımında Doğu Anadolu´dan pay alabilmek için bir miktar tümenini Kafkas sınırında tutar.
1´nci Dünya Savaşı bitiminde Osmanlı Devleti savaş galibi İttilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi´ni imzalar ve silahlarını teslim eder. Ve Osmanlı Ordusu dağıtılır.

ERMENİLERE KARŞI MİSİLLEME BAŞLIYOR;
Köy ve kasabalarına sağ dönen, dağıtılanyenik  Osmanlı Ordusu´nun ellerinden silahları alınmış Türk askerleri, Ermeni çetelerinin Rus ve Fransız Orduları´nın desteğinde ve de bazılarının da Rus ve Fransız subaylarının giysileri ile köy ve kasabalarını yakıp - yıkışını, aile bireylerinin ve yakınlarının da öldürüldüklerini öğrenirler.
Bu durum karşısında sağ dönen bu Osmanlı Türk askerleri, Ermeniler´e karşı misillemeye geçerler. Tüm bu olaylar tarihimizin beyaz sayfası olmadığı gibi, aydınlanma dönemi yaşayan Batı´nın Osmanlı´ya ve Türklere hazırladığı büyük bir tuzak olmuştur.
Aslında bu olay bile Batı Tarihi´nin kara bir sayfasıdır.
Durum böyle iken yapılacak en akıllı işin, artık sokaktaki adamın bile söylediği gibi, olayın çözüm ve kararı uluslararası tarafsız tarihçi ve bilim adamlarına bırakılması gerekiyor.,
 Bati Dünyası, PKK ile Masaya oturan Türkiye,  Ermeniler ile de Masaya oturmalı, diye düşünüyor?
24 Nisan günü Hamburg´da yürüyen Ermeniler de aynı isteği dile getirdiler.
Elbette masaya oturulabilir. Ama olaylar tarihin süzgeçinden geçirildiğinde, Türkiye´nin Erministan dan mı, yoksa Ermenistan  Türkiye´den mi özür dileyecek?
Ama Emperyalist Batı ve destekçileri, Türkiye´nin hedefte tazminat ve toprak vermesi için Ermeni Sorunu´na çözüm arıyor.

FARKLI BİR FRANSIZ DÜŞÜNÜR;
Bu konuda kafa yoran Fransız yazar Yves BERNARD  Ermeni iddialarını çürüten „Ya Bize Yalan Söylediyse“ (SI ON NOUS AVAIT MENTI) adlı kıtabı, 500 bin basmadan Ermeniler tarafından durduruldu.

HIRANT DİNK'TEN TARİHİ DERS;
Hırant DİNK´in niye katledildiği halen muamma olup, aydınlığa kavuşturulamamıştır. Her ülkede azınlıkların her bireyi o ülkenin has vatandaşıdır. Azınlıkların mal, can ve de namus güvenliği de ülke devletinin güvencesi altındadır. Türkiye´de de böyle olduğuna inanmak istiyorum. Ülkede azinlıklardan veya çoğunluk kesimden bir vatandaş suç işlerse bile, o kişinin sadece ülkenin bağımsız mahkemeleri tarafından yargılanması gerekir. Belli kişi ve gruplar hiç kimseyi kendi yargıları ile kişilere ne her hangi bir zarar verebilir, ne de canına kasdedebilir.
Herkes hakkında farklı da düşünse, aslında yiğit bir Türkiye evladı olan Ermeni kökenli yazar Hırant DİNK, 15 Nisan 2006 tarihinde Malatyalı İşadamları Derneği'nde yaptığı konuşmayla, bugünlerde bile  sorulan pek çok sorunun cevabını vermiştir:     
"Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynadıkları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara güvendi, kendilerini Osmanlı'nın zulmünden kurtaracak sandı. Ama yanıldılar. Çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar. Çekilip gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Amerika geldi, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne oldu, başka bir şey mi oldu? Ümit mi oldu? Bu çok tehlikeli bir gidiş. Amerika bu. Gelir, o kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra da burada, tekrar insanları kendi didişmesi içinde bırakır."

YAŞAR KEMAL´ DEN DE TARİHE BİR NOT;
2004 yılinda Frankfurt´ta kendisine verilecek bir ödülü, Nobel ödüllü Lübeckli Alman yazar Günter GRASS´ın elinden alan yazarımız Yaşar KEMAL, 07 Temmuz 2004 günü Günter Grass´ın konuğu olarak Lübeck kentine de gelir. Tarihi Lübeck Burg Kloster Müze´si salonunda düzenlenen ve Batı Almanya Radyosu´nda (WDR) görevli Osman Okkan tarafından yönetilen bir söyleşi toplantısında Günter Grass, "Türklerin Ermeniler´e katliam uyguladığından" söz etti.
Ardından söz alan Yaşar Kemal, konuğu olduğu arkadaşı Günter Grass´ın o sözlerine yanıt olarak şunları söyledi: "Türkler´in Ermeniler´e karşı bir katliam yaptığı doğru değildir. Eğer öyle bir şey olmuş olsa idi, ben bunu ölümüm pahasına dahi olsa yazardım ..."
Yaşar Kemal´in bu sözlerinden sonar Günter Grass Ermeni meselesine o toplantıda bir daha değinmedi. 
Art niyet taşımayan her sağ duyu sahibi politikacı, tarihçi, bilim adamı ve sıradan insanın, Yaşar Kemal´in bu sözleri üzerine de düşünmesi gerekir.
Yaşar Kemal, gözünü budaktan esirgemeyen, dünyaya mal olmuş ve gurur duyabileceğimiz bir yazarımızdır. Kendisini dünya iyi tanır. Pek çok kitabı dünyada elliden fazla dilde okunmaktadır. Yaşar Kemal´in, inandığı ve doğru bildiği davasında Türkiye´de hükümetlere kafa tutmuş ve hükümetler tarafından yargılanıp mahkum edilmiş olduğu dönemler de olmuştur.
O, haklı bir davasını uluslararası hukuka da taşır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi´nde (AİHM) bir davasını Türkiye´ye karşı kazanır. Davayı kazanmış olmasına rağmen, hakettiği tazminatı Türkiye Cumhuriyeti devletinden almamıştır.
Konuşmasında, tazminatını almamasına: "Bu parayı fakir fukaradan alıp bana vereceklerdi. Ben fakir fukaranın parasını almam" şeklinde yüce bir gerekçe gösterir.
Yaşar Kemal, bu örnek ve yüce davranışı ile kendisini seven yurtseverlerin gönlündeki tahtını pekiştirmiştir. Yaşar Kemal´in Türkiye Cunhuriyeti ile kavgası bile hep saygılı ve ölçülü olmuştur.
O söyleşide Kürt olduğunu da söyleyen, Çukurova´ya nasıl yerleştiğini anlatıp Kürtçe dilini ve Kürt realitesini de savunan Yaşar Kemal, konuşmasında Türk ve Kürt kökenli her yurtsevere ve aydına, "ikinci bir Türkiye yoktur" mesajını vermiştir. 
Orhan PAMUK´un, ne oldukları ve kime hizmet verdikleri tartışmalı II´nci Cumhuriyetçiler´in sözlerine kulaklarını çanak tutan Batı Dünyası, Yaşar KEMAL´in: "Türklerin Ermenilere karşı bilinçli bir katliam yaptığı doğru değildir. Eğer öyle bir şey olmuş olsa idi, ben bunu ölümüm pahasına dahi olsa yazardım" sözlerini niye duymazlar?
Ya, Türkiye sevdalıları bizler! Yaşar Kemal´in bu sözlerini dünyaya niye anlatamıyoruz?
Uluslararası tarihçilerden ve bilim adamlarından oluşacak tarafsız bir komitenin kurulması için Türkiye Cumhuriyeti, Yaşar Kemal´i neye devreye koymuyor? Yoksa AKP Hükümeti´nin böyle bir sorunu mu yok?
Almanya´ da iddia edilen "Sözde Soykırımı"n gerçek veya sözde olduğunu Alman politikacıların, Avrupalı diğer politikacılardan daha iyi bilmesi gerekir. Çünkü doğru ve gerçek bilgiler arşivlerinde mevcuttur. Bu nedenle iddia edilen “sözde soykırım” önce vicdanlarda tartışılmalıdır.

TÜRK KÖKENLİ MİLLETVEKİLLERİMİZ;
Almanya´da “sözde soykırım” dolu dizgin tartışılırken, bizim Türk (!) kökenli Alman milletvekillerimiz nerede? Onların bu suskunluğuna ne demeli?
Mesele bir sonraki seçimde de listeye girip, Almanya´nın eyalet vreya Federal Parlamentosu´na, nasıl olursa olsun girmek ise, o zaman bizim de onlara ve özellikle bizlerden oy isterken söyleyecek bir kaç sözümüz olmalıdır.
Ama unutmayalım ki, sevabımızla ve günahımızla tarih ve de insanların vicdanı bir gün bizleri de yargılayabilir.
O zaman kimimiz vicdanların çöp sepetinde, kimimiz de yüreklerin onurlu köşelerinde olabiliriz. Bunu da unutmamak gerekir.
Avrupa´da her gün yükselmekte olan „ırkçılık“ böyle devam eder ve önü kesilmez ise, bugün de habire "tu - kaka" edilmek istenen o Türkiye, bir gün ve unutmayalım ki bir gün, belki de hepimizin, sığınmak zorunda kalabileceğimiz bir liman olabilir!
Pekiyi; Batı´nın bizimle derdi nedir?
İşin doğrusu da dost bildigimiz Batı, güçlü ve istikrarı yakalamış bir Türkiye istemiyor. Batı bu nedenle 1950´ li yıllardan bu yana Türkiye´de Kemalist Çizgi´den çıkmış olan hükümetleri, açık ve gizli olarak desteklemiştir.
 Şimdi de aynı Batı´nın AKP hükümetini ulusalcı güçlere karşı desteklemekte olduğunu kimse görmemezlikten gelemez.
Bu bağlamda, Kurtuluş Savaşı´nda Anadolu´daki yenilgilerini halen içlerine sindiremeyen bazı Batılı ülkelerin politikacı ve devlet adamlarının varlığını unutmamak gerekir.

TÜRKİYE´DE Mİ OSMANLI GİBİ HASTA BİR ADAM MIDIR?
Alman Eski Şansölyesi Gerhard SCHRÖDER, Şansölye olarak son Türkiye gezisinde iken Almanya´nın hatırı sayılır gazetesi Lübecker Nachricten, Schröder´i tabip, Türkiye´yi yatağında yatan „kolu bacağı kırık hasta bir adam" olarak karikatürize etmişti. Bu karikatür ile ne anlatılmak istenmişti?
1´nci Dünya Paylaşım Savaşı´nda toprakları Batı Dünyası tarafından paylaşılmak istenen Osmanlı´ya son dönemlerinde verilen "hasta adam sıfatı“, niye şimdi de Türkiye Cumhuriyeti´ne yakıştırılmak isteniyor?
O karikatür ne zaman aklıma gelse, Türkiye gazetesi köşe yazarlarından Mehmet SOYSAL´ın 09.11.2005 tarihli yazısından bir bölümünü hatırlarım, hep nedense.
O yazısında Mehmet  Soysal, Alman yayılmacılığın ileri gelenlerinden Dr. Paul ROHBACK´a: „Almanya´nın geleceği nerede?“ diye sorulan bir soruya, Dr. Rohback´ın verdiği yanıt: „Doğu´dadır. …., Türkiye´de …., Mezopotamya´da …, Suriye´de dir, der.“ Diye yazar.
Çağdaş ve çoğumuzun dost bildiğimiz Batı Dünyası, 21´nci Yüzyıla uygun "SEVR" benzeri bir dayatmayı önümüze koymak üzere düğmeye yıllar önce basmıştır.
Sadece Almanya´da değil, Batı Dünyası´nın her ülkesinde gözü Ortadoğu´da olan pek çok
Dr. Rohback´lar mevcuttur.

PROF. DR. FRITZ NEUMARK´IN İTİRAFI;
Prof. Dr. Fritz Neumark;  II´nci Dünya Savaşı öncesi Hitler Faşizmi´nden kaçan ve ABD yerine Atatürk'ün Türkiyesi´ni tercih eden bilim adamlarından biridir. Prof. Dr. Fritz Neumark, bir Boğaziçi gezisinde öğrencilerinden birinin bir sorusu üzerine, Avrupalı´nın Türkleri neye sevmediğini uzun uzun anlatır.
Avrupalı, Prof. Neumark´a göre haksız da sayılmaz. "Avrupalı Türkleri neye sevsin ki….. Osmanlı beşyüz yıl, Avrupalı´nın ensesinde at koşturmuştur." Prof. Neumark, verdiği önemli yanıtına şunu da ekler: "Ama Tarihten Türkleri çıkaracak olursak, tarih biter ve tarihin tekrar yazılması gerekir."

ÖZRÜ KİM KİMDEN DİLEMELİ?
İŞTE KACAZNUNİ´nin İTİRAFI;
Ermenistan´ın ilk Başbakanı olan Ovannes KAÇAZNUNİ özür diledi!
Özür dilemesi gereken taraf, özrünü 90 yıl önce Türk'lerden dilemiştir. Özür dileyen şahsiyet, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovannes KAÇAZNUNİ' dir.
Kaçaznuni, 1923 yılında kurucusu olduğu Taşnaksutyun Partisi'nin kongresine sunduğu geniş raporunda özetle şöyle diyor:
"Türkler ne yapacaklarını biliyorlardı. Ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır."
Aynı raporda Kaçaznuni: "Aklımız dumanlandı……", "Boş sözlere, hayallere kapıldık……" der. Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere'nin oyununa nasıl geldiklerini uzun uzun açıklar.
Bugün Hırant DİNK ve Ovannes KAÇAZNUNİ hayatta değiller. Ama söyleyip yazdıklari birer ibret belgedir.  Ayrıca önümüzde, Allâh sağlık ve afiyet versin,  yaşayan bir tarihi anıt Yaşar KEMAL var. Bazı konularda kendisi ile aynı düşünmeyenlerimiz olabilir. 
„Sözde Ermeni Soykırımı“ konusundaki düşünce ve söylevlerini neye yabana atalım, neye bayraklaştırmayalım?
Türkiye benim de vatanım diyebilen, Türkiye sınırlarında ve de dışında yaşayan etnik ve inanç kökeni ne olursa olsun, Türkiye´yi değişik metodlar kullanılarak çökertmek, parçalmak isteyenlerin karşısında suskun kaldığımızda, tarihe, çocuk ve torunlarımıza karşı sorumlu olacağımızı da unutmayalım.

Remzi UYSAL
Lübeck / Almanya,  02 Mayıs 2013 

4 Mart 2013 Pazartesi

İnsan ve Vatandaş Haklarına Aykırı bir durum!...

"DOLAR MİLYARDERİ" SAYISINDA DÜNYADA (6.) ALTINCIYIZ !!

Forbes dergisinin geleneksel Türkiye'nin en zenginleri listesinin 2012 versiyonu açıklandı.  Listedeki dolar milyarderinin sayısı bu yıl 35 oldu.  En zengin 100 Türk'ün toplam serveti ise 95 milyar dolar. Türkiye'nin dolar milyarderler listesi...
  1. Hüsnü Özyeğin,  Fiba Holding,  3,0 milyar $, Yaşı: 67
  2. Mehmet Emin Karamehmet, ÇukurovaHolding, 2,9 milyar $,Yaşı:67 
  3. Murat Ülkeri Yıldız Holding 2,8 milyar $,  Yaşı: 52
  4. Ferit Şahenk, Doğuş Holding, 2,6 milyar $,  Yaşı: 47
  5. Semahat Arsel, Koç Holding, 2,6 milyar $,  Yaşı: 83
  6. Rahmi Koç, Koç Holding, 2,5 milyar $,  Yaşı: 81
  7. Filiz Şahenk, Doğuş Holding, 2,4 milyar $,  Yaşı: 45
  8. Şarık Tara, Enka İnşaat, 2,3 milyar $,  Yaşı: 81
  9. Suna Kıraç, Koç Holding, 2,2 milyar $,  Yaşı: 70
  10. Ali Ağaoğlu, Ağaoğlu İnşaat, 2,1 milyar $,  Yaşı: 58
  11. Erman Ilıcak, Rönesans İnşaat, 2,0 milyar $,  Yaşı: 44
  12. Kamil Yazıcı, Yazıcılar Holding, 1,8 milyar $,  Yaşı: 83
  13. Ahmet Nazif Zorlu, Zorlu Holding, 1,4 milyar $,  Yaşı: 67
  14. Mustafa Latif Topbaş, BİM, 1,4 milyar $,  Yaşı: 67
  15. Tuncay Özilhan, Anadolu Endüstri Holding, 1,4 milyar $,  Yaşı: 64
  16. Ahmet Çalık, Çalık Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 53
  17. Ahsen Özokur, Yıldız Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 61
  18. Ali Metin Kazancı, Kazancı Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 77
  19. Deniz Şahenk, Doğuş Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 66
  20. Bülent Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding, 1,2 milyar $,  Yaşı: 62
  21. Aydın Doğan, Doğan Holding, 1,1 milyar $,  Yaşı: 75
  22. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding, 1,1 milyar $,  Yaşı: 57
  23. Nihat Özdemir, Limak İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 61
  24. Sezai Bacaksız, Limak İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 62
  25. Sinan Tara, Enka İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 53
  26. Mehmet Nazif Günal, MNG Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 64
  27. Mehmet Hattat, Hema Endüstri, 1,0 milyar $,  Yaşı: 66
  28. Mehmet Rüştü Başaran, Habaş, 1,0 milyar $,  Yaşı: 65
  29. Murat Vargı, MV Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 64
  30. Mustafa Koç, Koç Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 51
  31. Mübariz Gurbanoğlu, Palmali Denizcilik, 1,0 milyar $,  Yaşı: 43
  32. Suat Günsel, Yakındoğu Üniversitesi, 1,0 milyar $,  Yaşı: 59
  33. Suzan Sabancı Dinçer, Sabancı Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 46
  34. Şevket Sabancı, Esas Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 75
  35. Turgay Ciner, Park Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 55

       Ülkeler    Milyarder   10 milyonda
                      sayısı                             
  1. USA       425       13,5.........1
  2.  Russia    96         6,9.........3
  3.  China     95          0,7
  4.  Germany 55          6,6........4
  5.  India      48          0,4
  6.  UK         37          5,3.........5
  7.  Brazil     36          2,0
  8.  Turkey    35          4,2.........6
  9.  Canada   25          7,1.........2
  10.  Japan      24          4,1
Değerli arkadaşlar,
Dünyada dolar milyarderleri listesinde Türkiye 35 milyarderle ilk 10 ülke arasında. Buna sevinmek mi gerekir yoksa üzünmek mi gerekir, yanıtı size bırakıyorum. Bence bu durum Türkiye'nin küresel finans sistemine tam anlamıyla entegre ve teslim olduğunun bir göstergesidir. Yeterince üretmeden borç alarak ve yaşam kaynaklarını satarak geçinen bir ülkede, vurguncu piyasa sistemini kontrol eden sermayenin böyle tavan yapmasının başka açıklaması olamaz.  
Tüm Dünyada 1230 dolar milyarderi var. Kabaca dünyadaki her 10 milyon kişiye  1,76 dolar milyarderi düşüyor; Türkiye'de bu rakam 4,2 yani dünya ortalamasının 2,4 katı; bu da Türkiye'deki gelir dağılım adaletsizliğinin çok açık bir kanıtıdır.. Örneğin, Nüfusu Türkiye nüfusunun 1,5 katı olan Japonya'da fert başına milli gelir Türkiye' nin  9 katı yüksek olmasına rağmen dolar milyarder sayısı 24 tür.  Daha önceki bir iletimde Gelir dağılımında adaletin bir ölçütü ama aynı zamanda gelişmişlik parametrelerinden de biri olan Gini-Katsayısını vermiştim. Türkiye'nin Gini Katsayısı 0,46 dır.
Şimdi soralım, nasıl milyarder olur? yani bin kere bin kere bin dolar sahibi olmak kolay mı? Yukarıdaki listede 35 dolar milyarderinin  ortalama yaşı 62,3 yıl  ortalama servetleri 1,58 milyar dolar. (toplam 55,3 milyar dolar)
Diyelim ki bugünkü bir milyarder 40 yıl önce bir sermaye işe başladı. ve her yıl servetini yaşam giderleri, yasal vergileri vs.. dışında net % 20 büyüttü. (daha büyük bir büyümek oranı "normal" koşullarda mümkün olmasa gerek)
40 yıl boyunca yıllık kazancını her seferinde % 20 artırarak yığsa, 40 yılın sonunda (1,2040=1470) başlangıç varlığının en fazla 1470 katına çıkabilir. 1,58 milyar dolara erişmek için ilk sermayesinin, bugünkü para ile, ~ 1 milyon dolar olması gerekirdi. Yani milyonerlikten milyarderliğe namuslu (!) bir şekilde ancak 40 yılda terfi etmek mümkün.
Soru: 
Bu dolar milyarderlerinin 40 yıl önce birer (1) milyon dolarları var mıydı acaba?  
***
Kamu hizmetinde, Devlet memuriyetinde çalışanlara da kısaca değinelim; Diyelim ki bir şahıs tam 40 yıl boyunca en üst dereceden maaş almış olsun ve  Her ay bu maaştan 1000 dolarını ayırarak (?) yıllık net %10 faizle (yani aylık %0,8 net faizle) bankaya yatırmış olsun. 480 ayın sonunda Bankada birikecek toplam parası 5,6 milyon dolar olurdu. 1000 dolar yerine aylık 200 dolar tasarruf etseydi  1 milyon doları olacaktı. Hepsi bu kadar. 
Sonuç:
Devlet hizmetinde çalışan emekli bir kişinin 1 milyon doların üzerinde serveti varsa o şahıs  hırsızdır ya da rüşvetçidir.